0312 911 83 10
·
av.fatiharas@gmail.com
·
Pzt-Cuma 09:00-18:00
DANIŞMANLIK

Özel Esaslar Davası 2025

Özel Esaslar Davası 2025

Özel Esaslar Davası 2025: KDV İadelerinde Hukuka Aykırı Kategorizasyonlara Karşı Hukuki Mücadele

Katma Değer Vergisi (KDV) iadeleri, vergi sistemimizin önemli bir parçası olup, mükelleflerin ticari faaliyetlerinin bir sonucu olarak doğan KDV alacaklarını tahsil etmelerine olanak tanır. Ancak, vergi idaresinin iade süreçlerinde uyguladığı bazı kural ve sınıflandırmalar, özellikle “özel esaslar” olarak bilinen uygulamalar, yıllardır mükellefler ile idare arasında önemli uyuşmazlıklara yol açmaktadır. 2025 yılına doğru geldiğimizde, bu tartışmalar, yasal değişikliklere rağmen devam eden benzer uygulamalar ve bunlara karşı açılan davalarla gündemdeki yerini korumaktadır. Bu makalede, KDV iade süreçlerindeki hukuka aykırı kategorizasyon uygulamalarına karşı verilen hukuki mücadeleyi, güncel yasal düzenlemeleri ve yargı kararlarının ışığında detaylıca inceleyeceğiz.

KDV İadesi Mekanizması ve “Özel Esaslar”ın Tarihsel Arka Planı

KDV, nihai tüketiciye yansıyan bir vergi türü olup, işletmelerin birbirlerinden aldıkları mal ve hizmetler üzerindeki KDV’yi indirebilmeleri, fazla ödedikleri KDV’yi ise iade alabilmeleri esasına dayanır. KDV Kanunu’nun 36. maddesi, iade hakkı doğuran işlemlerden kaynaklanan iade taleplerinin vergi inceleme raporu sonucuna göre yerine getirilmesinin esas olduğunu belirtmektedir.

Geçmişte “özel esaslar” olarak adlandırılan bir sistem, bazı mükelleflerin KDV iadelerini daha sıkı denetim ve yöntemlerle almasını öngörüyordu. Bu sistem, genellikle sahte veya muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge (SMİYB) düzenleme veya kullanma fiili gibi olumsuz tespitleri bulunan mükellefler için uygulanırdı. İdarenin amacı, haksız vergi indirim ve iadesini önleyerek kamu yararını korumaktı. Ancak bu uygulamalar, mükelleflerin ticari hayatlarını olumsuz etkilediği, hatta ticari itibarını zedelediği gerekçesiyle sıkça yargıya taşınıyordu.

Yasal Değişiklikler ve Yeni Düzenlemeler: Bir Dönüşüm Mü, Yeniden Adlandırma Mı?

Son yıllarda KDV mevzuatında önemli değişiklikler yapılmıştır. 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 36. maddesi, 7104 sayılı Kanun’un 11. maddesiyle ve 7524 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle kapsamlı revizyonlara uğramıştır. Bu değişikliklerle, Maliye Bakanlığı’na mükellefiyet süresi, çalışan sayısı, aktif ve özsermaye büyüklüğü, ödenen vergi tutarı gibi kriterleri esas alarak mükelleflerin vergisel uyum seviyelerini ve bu uyum seviyelerine göre farklı iade yöntemlerini tespit etme yetkisi verilmiştir. En önemlisi, iade hakkı doğuran işlemlerden kaynaklanan iade taleplerinin vergi inceleme raporu sonucuna göre yerine getirilmesinin esas olduğu hüküm altına alınmıştır.

Bu yasal değişikliklerin ardından, 31/10/2024 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Seri No:52) ile KDV iade süreçlerinde önemli yeni bölümler eklenmiş ve mevcut bazı bölümler yürürlükten kaldırılmıştır. Özellikle “A2. İADELERİ VERGİ İNCELEMESİNE TABİ OLANLAR” başlıklı bölüm, iade istemleri vergi incelemesi sonucuna göre yerine getirilecek mükellefleri alt başlıklar halinde gruplandırmıştır. Bu gruplar arasında şunlar yer almaktadır:

  • 213 sayılı Kanunun 153/A maddesi kapsamına giren mükellefler.
  • Sahte belge veya muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge düzenleme fiiline iştirak edenler de dahil olmak üzere, bu tür belgeleri düzenleme ya da kullanma konusunda haklarında “olumsuz rapor” veya “olumsuz tespit” bulunan mükellefler.
  • Haklarında “olumsuz rapor” veya “olumsuz tespit” bulunan mükelleflerin raporun ait olduğu dönemdeki ortakları, kanuni temsilcileri, bunların kurdukları veya ortak oldukları mükellefler ile kanuni temsilcisi oldukları mükellefler.
  • Haklarında beyanname vermeme, defter ve belge ibraz etmeme ve adresinde bulunamama konusunda tespit bulunan mükellefler.
  • Haklarında “olumsuz rapor” veya “olumsuz tespit” bulunan mükelleflerden doğrudan mal ve/veya hizmet alan mükellefler.

Ayrıca, Tebliğ’in 15. maddesiyle “özel esaslar” ibaresi ve ilgili bölümler, “KDV iadesinin vergi incelemesine” veya “Tebliğin (IV/A2) bölümündeki usul ve esasların uygulanmasına” gibi ifadelerle değiştirilmiş, “ÖZEL ESASLAR” başlıklı (IV/E) bölümü ise yürürlükten kaldırılmıştır.

Ancak, tüm bu yasal ve tebliğsel değişikliklere rağmen, mükellefler ve bazı hukuki görüşler, idarenin eski “özel esaslar” uygulamasını isim değişikliği yaparak “KDV Kanununun 36. maddesi uyarınca İade Talepleri İncelemeye Göre Sonuçlandırılacaktır” açıklamasıyla sürdürdüğü kanaatindedir. Özellikle, Tebliğin A2 bölümünde belirtilen gruplara dahil olmayan mükelleflerin iade taleplerinin ise Tebliğin önceki bölümlerinde belirlenen diğer usul ve esaslara göre yapılmaya devam edeceği düşünüldüğünde, Kanun hükmünde yapılan değişikliğin tüm iade taleplerini kapsadığının kabulü mümkün bulunmamaktadır. Bu durum, hukuki argümanlara göre, “özel esaslara alınma” işleminin yeni bir adlandırmayla devam ettiğini göstermektedir.

Hukuki Mücadelenin Temeli: Kanunilik İlkesi ve Anayasal Haklar

Davacı şirketler ve hukuki görüşler, idarenin mükellefleri bu şekilde kategorize etmesine olanak sağlayan açık bir yasal düzenleme bulunmadığını ileri sürmektedir. Anayasa’da da bu tür bir sınıflandırmaya izin veren bir hüküm yer almamaktadır. Bu argüman, vergi hukukunun temel prensiplerinden biri olan kanunilik ilkesine dayanmaktadır.

Dahası, bu tür bir kategorizasyonun Anayasa’da güvence altına alınan temel kişi hak ve hürriyetlerine, özellikle de çalışma ve sözleşme hürriyetine (Anayasa madde 48) ve çalışma hakkı ve ödevine (Anayasa madde 49) aykırılık teşkil ettiği savunulmaktadır. Devletin, özel teşebbüslerin güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alması bir görev iken, yasal dayanağı olmadan yapılan bir sınıflandırma, vergi barışını bozucu etki yaratacağı gibi, işletmelerin ticari ilişkilerinde ciddi olumsuzluklara yol açabilmektedir. Kanuni dayanağı olmayan düzenlemelerle bir takım hak ve yükümlülüklerin getirilemeyeceği, çalışma barışının ve özel teşebbüslerin güvenliğinin sağlanması için yasaların esas olduğu vurgulanmaktadır.

Yargının Bakışı: Ankara 6. Vergi Mahkemesinin Güncel Kararı ve Yürütmenin Durdurulması

Ankara 6. Vergi Mahkemesi, davacı şirketin “KDV Kanununun 36. maddesi uyarınca İade Talepleri İncelemeye Göre Sonuçlandırılacaklar listesinde” ve “SMİYB Kullanma ve Olumsuz Tespit Durumunu Gösterir Tabloda” gösterilmesi şeklinde uygulanan işlemin iptali istemiyle açtığı davayı incelemiştir. Mahkeme, davalı idarenin usule ilişkin itirazını yerinde görmemiş ve yürütmenin durdurulması istemini değerlendirmiştir.

Mahkeme, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27. maddesi uyarınca, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda yürütmenin durdurulmasına karar verilebileceğini belirtmiştir.

Kararda, davacının sahte belge kullanma tespitleri nedeniyle olumsuz tespitler bulunan mükellefler kapsamına alındığı anlaşılmış, ancak idarenin mükellefleri bu şekilde kategorize edebilmesine olanak sağlayan hiçbir kanuni düzenleme bulunmadığı gibi, Anayasa’da da buna izin veren bir düzenleme yer almadığı açıkça ifade edilmiştir. Bu şekilde, kanuni dayanağı olmadan yapılacak bir sınıflandırmanın, vergi barışını bozucu etki yaratacağı ve Anayasa’da güvence altına alınan temel kişi hak ve hürriyetlerine aykırılık teşkil edeceği sonucuna varılmıştır.

Mahkeme, idarenin KDV Uygulama Genel Tebliği’nde belirtilen şartlar dahilinde işlem tesis etmesi mümkün olsa da, kanuni dayanağı olmadan, hukuka aykırı bir biçimde idarenin kendi içerisinde oluşturduğu bir sınıflandırma ile davacının izlenecek mükellefler kapsamına dahil edilmesi işleminde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır.

Ayrıca, dava konusu işlemin uygulanmasıyla davacının ticari ilişkilerinde olumsuzluklar söz konusu olabileceği ve böylece davacı açısından telafisi güç durumların oluşabileceği kanaatine varılmıştır. Bu nedenlerle, hukuka aykırılığı açık olan bu idari işlemin, uygulanması halinde telafisi güç zararlar doğuracağı gerekçesiyle, teminat alınmaksızın yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir. Davalı idare tarafından bu karara karşı yapılan itiraz ise Ankara Bölge İdare Mahkemesi 4. VDD. tarafından reddedilmiştir.

Bu karar, idarenin mevzuatta açıkça yer almayan veya yasal dayanağı bulunmayan bir sınıflandırma ile mükelleflerin KDV iadelerini engelleme veya geciktirme çabalarına karşı önemli bir emsal teşkil etmektedir. Aynı zamanda, mükelleflerin ticari itibarlarının ve faaliyetlerinin korunması adına yargının önleyici bir rol üstlendiğini de göstermektedir.

Resim

Mükellefler İçin Anlamı ve Gelecek Perspektifi

“Özel esaslar” uygulamasının isim değişikliği yaparak devam ettirilmesi, mükellefler açısından belirsizlikleri ve hukuki riskleri beraberinde getirmektedir. Davalı idare tarafından yasal dayanağı olmadan bu işleme tabi tutulan firmaların ticari itibarlarının zedelenmesi, yapılan sözleşmelerin feshedilme riskiyle karşı karşıya kalması ve ciddi maddi kayıplara uğraması, hukuki mücadelenin önemini daha da artırmaktadır.

Maliye idaresi, haksız vergi indirim ve iadesini önleme hedefiyle hareket etse de, bu hedefe ulaşırken Anayasa ve kanunlarla belirlenen sınırlar içinde kalmak zorundadır. Yasal dayanağı olmayan veya Anayasa’ya aykırı uygulamalar, vergi barışını bozmakta ve özel teşebbüslerin güven içinde çalışmalarını engellemektedir.

Özetle, 2025 yılı ve sonrasında KDV iadeleriyle ilgili “özel esaslar” benzeri uygulamalar, mükelleflerin hak arama mücadelesinin odağında yer alacaktır. Ankara 6. Vergi Mahkemesi’nin verdiği yürütmeyi durdurma kararı, bu tür hukuka aykırı kategorizasyonlara karşı mükelleflerin elini güçlendiren önemli bir adımdır. Hukuki mücadeleler, idarenin uygulamalarının kanunilik ve Anayasaya uygunluk prensipleri çerçevesinde kalmasını sağlamak adına kritik bir rol oynamaya devam edecektir. Vergi incelemelerinin esas olması kabul edilebilir olsa da, bu incelemelere tabi tutulacak mükelleflerin belirlenmesinde şeffaflık, öngörülebilirlik ve kanunilik ilkelerine uygunluk hayati önem taşımaktadır. Mükelleflerin, haklarını korumak için güncel hukuki gelişmeleri yakından takip etmeleri ve gerektiğinde yargı yoluna başvurmaları büyük önem taşımaktadır.

fatih aras

Diğer Makaleler

Call Now Button