T.C
ANAYASA MAHKEMESİ
Esas No: 2013/1834
Karar No: 2013/1834
Resmi Gazete Tarihi: 27 Mayıs 2015
Resmi Gazete Sayısı: 29368
- BAŞVURUNUN KONUSU
- Başvurucu, 2002 yılı işlemlerinin incelenmesi sonucunda hakkında resen tarh edilen geçici vergiye ve kesilen vergi ziyaı cezasına karşı açtığı davada verilen kararın hukuka aykırı olduğunu, Danıştay tarafından aynı konuda farklı kararlar verildiğini, Danıştay savcısının düşünce yazısının kendisine tebliğ edilmediğini, temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde duruşma isteminin dikkate alınmadığını, davada uygulanan kanun hükmünün Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi nedeniyle yapılan yeni kanuni düzenlemenin kendisi hakkında uygulanamayacağını belirterek, adil yargılanma hakkının, suç ve cezaların kanuniliği ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
- BAŞVURU SÜRECİ
- Başvuru, 11/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
- Olaylar
- Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
- Başvurucu şirket, 2002 yılı işlemlerinin incelenmesi sonucunda ortaklarına emsal faiz oranı uygulanmaksızın para kullandırdığına ilişkin düzenlenen rapor uyarınca hakkında resen tarh edilen geçici vergiye ve kesilen vergi ziyaı cezasına karşı 14.6.2005 tarihinde Ankara 5. Vergi Mahkemesinde dava açmıştır.
- Mahkemenin 23/2/2006 tarih ve E.2005/763, K.2006/223 sayılı kararıyla, başvurucunun Petrol Ofisi A.Ş. Genel Müdürlüğünden 1.000.000 ABD Doları karşılığı 1.650.957,00 TL kredi aldığı, 31/10/2001 tarihinde bu krediyi yasal defterlerine kaydettiği, aynı tarihte yaptığı kayıtla bankadan söz konusu kredi tutarını çektiği, 10/11/2001 tarihinde parayı kasa hesabından çıkartarak ortaklara borçlar hesabına kaydettiği, 31/12/2001 tarihli yevmiye maddesi ile ortaklardan borçlar hesabındaki tutarın büyük bir bölümünü ortaklardan alacaklar hesabına kaydettiği, başvurucu şirketin 31/12/2002 tarihli kapanış yevmiye maddesinde ortaklardan alacaklar hesabının bakiyesinin 1.575.259,00 TL olduğu belirlenerek söz konusu miktarın kurum ortaklarının uhdesine bırakıldığının tespiti yapılmıştır. Mahkeme, başvurucunun, ortaklar cari hesabına 2002 hesap döneminde adatlama yaparak 64.905,00 TL gelirini, ilgili dönem kurumlar vergisi matrahına gelir unsuru olarak ilave ettiği ancak adatlama işlemi yapılırken kullanılan faiz oranının emsal faiz oranının çok altında belirlendiği hususunun vergi inceleme elemanı tarafından tespiti üzerine 10/2/2005 tarih ve 1192/34-1 sayılı vergi inceleme raporu düzenlendiği, vergi inceleme raporunun ekinde yer alan tutanakta şirket temsilcisinin alınan kredinin ticari faaliyetlerde kullanıldığına dair maddi bir delillerinin bulunmadığı yönündeki ifadesinin de açık olduğu, başvurucu kurumun ortaklarına kullandırdığı tutar için emsal faiz oranı uygulamaması ve başka bir menfaat de temin etmemesinin 3/6/1949 tarih ve 5422 sayılı mülga Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 17. maddesinin (3) numaralı fıkrası hükmüne göre örtülü kazanç dağıtımı sayıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
- Temyiz üzerine, Danıştay Dördüncü Dairesinin 21/6/2007 tarih ve E.2006/3614, K.2007/2180 sayılı ilâmıyla; uyuşmazlık konusu tarhiyatın yapılmasına neden olan fiilden dolayı 2002 yılı için hesaplanan kurumlar vergisine karşı açılan davayı reddeden Ankara 4. Vergi Mahkemesi kararının, Danıştay Dördüncü Dairesinin 22/11/2006 tarih ve E.2006/1725, K.2006/2282 sayılı ilâmıyla bozulduğu belirtilerek, İlk Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur.
- Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 22/5/2009 tarih ve E.2007/4898, K.2009/2603 sayılı ilâmıyla reddedilmiştir.
- Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda, 8/10/2009 tarih ve E.2009/1810, K.2009/1771 sayılı kararla, Danıştay Dördüncü Dairesince, 22/2/2006 tarihine duruşma günü verilmesine karşın duruşmanın 23/2/2006 tarihinde yapıldığı, erteleme kararı olmaksızın belirlenen günden başka bir günde duruşma yapılamayacağı belirtilerek 22/11/2006 tarih ve E.2006/1725, K.2006/2282 sayılı ilâmla bozulan kararda Ankara 4. Vergi Mahkemesince duruşmanın usulüne uygun bir biçimde taraflara bildirilen günde yapıldığı gerekçesiyle ısrar edilmesi üzerine Danıştay Dava Daireleri Kurulunca kararın bu kısmının yerinde görüldüğü ve esas incelemesinin yapılması amacıyla Dairesine gönderildiği, Danıştay Dördüncü Dairesince kararın onandığı, bu nedenle bozma kararının dayanağının kalmadığı belirtilmiştir. Öte yandan, 31/12/1960 tarih ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun mükerrer 120. maddesinde geçici verginin cari vergilendirme döneminin gelir vergisine mahsup edilmek üzere alınacağının, yapılan incelemeler sonucunda geçmiş dönemlere ait verginin mahsup süresi geçtikten sonra aranmayacağının, ancak gecikme faizi ve vergi ziyaı cezasının tahsil edileceğinin kurala bağlandığı, mahsup süresi geçtikten sonra duyurulan ihbarnameler ile geçici vergi istenmesinin hukuka uygun olmadığı, ayrıca 2002 yılının 10 ilâ 12. aylarını kapsayan döneme ilişkin geçici vergi üzerinden bir kat kesilen ve dava konusu ihbarname ile tahsili istenen vergi ziyaı cezasının dayanağı olan 4/1/1961 tarih ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun değişik 344. maddesinin 2. fıkrasında yer alan ‘bu ceza ziya uğratılan verginin bir katına, bu verginin kendi kanununda belirtilen normal vade tarihinden cezaya ilişkin ihbarnamenin düzenlendiği tarihe kadar geçen süre için bu Kanun’un 112. maddesine göre ziya uğratılan vergi tutarı üzerinden hesaplanan gecikme faizinin yarısının eklenmesi suretiyle bulunur’ hükmünün Anayasa Mahkemesinin 6/1/2005 tarih ve E.2001/3, K.2005/4 sayılı kararıyla iptal edildiği, bu nedenle Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonrasında yapılan yeni kanuni düzenlemeler uyarınca ziyaa uğratılan vergi üzerinden hesaplanan vergi ziyaı cezasının vergi tutarının bir katını aşan kısmının kaldırılması gerektiği gerekçeleriyle davanın kısmen reddine karar verilmiştir.
- Temyiz üzerine, Danıştay Dördüncü Dairesinin 23.6.2011 tarih ve E.2010/1483, K.2011/5772 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır.
- Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 25.12.2012 tarih ve E.2011/7260, K.2012/9354 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
- Karar, başvurucuya 12.2.2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
- Başvurucu, 11.3.2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
- İlgili Hukuk
- 5422 sayılı mülga Kanun’un “Örtülü Kazanç” kenar başlıklı 17 nci maddesinin birinci fıkrasının (1) ve (3) numaralı bentleri şöyledir:
“Aşağıdaki hallerde, kazanç tamamen veya kısmen örtülü olarak dağıtılmış sayılır: 1. Şirket kendi ortakları, ortaklarının ilgili bulunduğu gerçek ve tüzel kişiler, idaresi, murakabesi veya sermayesi bakımlarından vasıtalı vasıtasız olarak bağlı bulunduğu veya nüfuzu altında bulundurduğu gerçek ve tüzelkişilerle olan münasebetlerinde emsaline göre göze çarpacak derecede yüksek veya düşük fiyat veya bedeller üzerinden yahut bedelsiz olarak alım, satım, imalat, inşaat muamelelerinde ve hizmet ilişkilerinde bulunursa; 3. Şirket (1) numaralı fıkrada yazılı kimselerle olan münasebetlerinde emsaline göre göze çarpacak derecede yüksek veya düşük faiz ve komisyonlarla ödünç para alır veya verirse; “
- 213 sayılı Kanun’un “Re’sen Vergi Tarhı” kenar başlıklı 30. maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Resen vergi tarhı, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitine imkan bulunmayan hallerde takdir komisyonları tarafından takdir edilen veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlarca düzenlenmiş vergi inceleme raporlarında belirtilen matrah veya matrah kısmı üzerinden vergi tarh olunmasıdır. İnceleme raporunda bu maddeye göre belirlenen matrah veya matrah farkı resen takdir olunmuş sayılır.”
- 193 sayılı Kanun’un “Geçici Vergi” kenar başlıklı mükerrer 120. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Yapılan incelemeler sonucunda, geçmiş dönemlere ait geçici verginin % 10’u aşan tutarda eksik beyan edildiğinin tespiti halinde, eksik beyan edilen bu kısım için re’sen veya ikmalen geçici vergi tarh edilir. Mahsup süresi geçtikten sonra, kesinleşen geçici vergiler terkin edilir, ancak gecikme faizi ve ceza tahsil edilir. “
- 213 sayılı Kanun’un “Vergi Ziyaı” kenar başlıklı 341 inci maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Vergi ziyaı, mükellefin veya sorumlunun vergilendirmeyle ilgili ödevlerini zamanında yerine getirmemesi veya eksik yerine getirmesi yüzünden, verginin zamanında tahakkuk ettirilmemesini veya eksik tahakkuk ettirilmesini ifade eder.”
- Ordu Vergi Mahkemesinin Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptali için Anayasa Mahkemesine başvurduğu 213 sayılı Kanun’un “Vergi Ziyaı Cezası” başlıklı değişik 344 üncü maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
“Vergi ziyaı suçu işleyenlere vergi ziyaı cezası kesilir ve bu ceza ziyaa uğratılan verginin bir katına, bu verginin kendi kanununda belirtilen normal vade tarihinden cezaya ilişkin ihbarnamenin düzenlendiği tarihe kadar geçen süre için, bu Kanun›un 112 nci maddesine göre ziyaa uğratılan vergi tutarı üzerinden hesaplanan gecikme faizinin yarısının eklenmesi suretiyle bulunur. “
- Anayasa Mahkemesinin, 20/10/2005 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan E.2001/3, K.2005/4, K.T. 6/1/2005 tarihli kararının sonucu şöyledir:
“A- 213 sayılı “Vergi Usul Kanunu’nun 4369 sayılı Kanunla değiştirilen 344 üncü maddesinin ikinci fıkrasının “… bu ceza ziyaa uğratılan verginin bir katına, bu verginin kendi kanununda belirtilen normal vade tarihinden cezaya ilişkin ihbarnamenin düzenlendiği tarihe kadar geçen süre için, bu Kanun›un 112 nci maddesine göre ziyaa uğratılan vergi tutarı üzerinden hesaplanan gecikme faizinin yarısının eklenmesi suretiyle bulunur» bölümünün, Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline,
B- İptal hükmünün doğuracağı hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edici nitelikte görüldüğünden, Anayasa’nın 153 üncü maddesinin üçüncü fıkrasıyla 2949 sayılı Kanun’un 53 üncü maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları gereğince iptal hükmünün, kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine, 6/1/2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. “
- 30/3/2006 tarih ve 5479 sayılı Gelir Vergisi Kanunu, Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun, Özel Tüketim Vergisi Kanunu ve Vergi Usul Kanunu’nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 12. maddesiyle değiştirilen 213 sayılı Kanun’un 344. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
“Vergi ziyaı suçu işleyenlere, ziyaa uğrattıkları verginin bir katı tutarında vergi ziyaı cezası kesilir.”
21.23/1/2008 tarih ve 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 275. maddesiyle değiştirilen 213 sayılı Kanun’un “Vergi Ziyaı Cezası” başlıklı 344. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“341 inci maddede yazılı hallerde vergi ziyama sebebiyet verildiği takdirde, mükellef veya sorumlu hakkında ziyaa uğratılan verginin bir katı tutarında vergi ziyaı cezası kesilir”
- 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanun’un “Duruşma” kenar başlıklı 17. maddesi şöyledir:
“1. Danıştay ile idare ve vergi mahkemelerinde açılan iptal ve yirmibeşbin Türk Lirasını aşan tam yargı davaları ile tarh edilen vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları toplamı yirmibeşbin Türk Lirasını aşan vergi davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır.
- Temyiz ve itirazlarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlıdır.
- Duruşma talebi, dava dilekçesi ile cevap ve savunmalarda yapılabilir.
- 1 ve 2 nci fıkralarda yer alan kayıtlara bağlı olmaksızın Danıştay, mahkeme ve hakim kendiliğinden duruşma yapılmasına karar verebilir.
- Duruşma davetiyeleri duruşma gününden en az otuz gün önce taraflara gönderilir. ”
- İNCELEME VE GEREKÇE
- Mahkemenin 25/2/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 11/3/2013 tarih ve 2013/1834 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
- Başvurucunun İddiaları
- Başvurucu, 2002 yılı işlemlerinin incelenmesi sonucunda hakkında resen tarh edilen geçici vergiye ve kesilen vergi ziyaı cezasına karşı açtığı davanın kısmen reddedildiğini, ortaklar cari hesabında para bulunmasının tek başına örtülü kazanç dağıtımı anlamına gelmeyeceğini, Danıştay tarafından aynı konuda farklı kararlar verildiğini, temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde duruşma talebinin dikkate alınmadığını, Danıştay savcısının düşünce yazısının kendisine tebliğ edilmediğini, Anayasa Mahkemesince verilen karar sonucunda yasal bir boşluk doğduğunu, vergi ziyaı cezasına ilişkin yapılan yeni düzenlemenin kendisi hakkında uygulanmasının hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığını belirterek, suç ve cezaların kanuniliği ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
- Değerlendirme
- Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun, 2002 yılı işlemlerinin incelenmesi sonucunda ortaklarına emsal faiz oranı uygulanmaksızın para kullandırdığına ilişkin düzenlenen rapor uyarınca hakkında resen tarh edilen geçici vergiye ve kesilen vergi ziyaı cezasına karşı 14/6/2005 tarihinde Ankara 5. Vergi Mahkemesinde açtığı davada, vergi ziyaı cezasının terkini talebinin kısmen reddine karar verilmesinin suç ve cezaların kanuniliği ile eşitlik ilkesini ihlal ettiğini, Danıştayın aynı konuda farklı kararlar verdiğini, temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde duruşma talebinin dikkate alınmadığını, Danıştay savcısının düşünce yazısının kendisine tebliğ edilmediğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar. Başvurucunun iddialarının temel olarak yargılama sürecine ve sonucuna ilişkin olduğu, bu nedenle başvurunun bir bütün olarak adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Başvurucunun, Danıştayın yerleşik içtihadına aykırı karar verildiği, Danıştay savcısının düşünce yazısının kendisine tebliğ edilmediği iddiası ile temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde duruşma talebinin dikkate alınmadığı yönündeki iddiası ayrıca değerlendirilmiştir.
- Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
- Başvurucu, hakkında resen tarh edilen geçici vergiye ve kesilen vergi ziyaı cezasına karşı 14/6/2005 tarihinde Ankara 5. Vergi Mahkemesinde açtığı davada, vergi ziyaı cezasının iptali talebinin reddine karar verilmesinin suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiğini, ortaklar cari hesabında para bulunmasının tek başına örtülü kazanç dağıtımı anlamına gelmeyeceğini, kararın hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
- Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. ”
- Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. ”
- Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz. ”
- 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir. ”
- 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
- Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027,12/2/2013, § 26).
- Başvuru konusu olayda, başvurucu şirketin 2002 yılı işlemlerinin incelenmesi sonucunda hakkında resen tarh edilen geçici vergiye ve kesilen vergi ziyaı cezasına karşı Ankara 5. Vergi Mahkemesinde açtığı dava, geçici verginin cari vergilendirme döneminin vergisine mahsup edilmek üzere alınacağı, geçmiş dönemlere ait verginin mahsup süresi geçtikten sonra aranmayacağı gerekçesiyle, vergi ziyaı cezası bakımından ise 213 sayılı Kanun’un değişik 344. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan hükmün Anayasa Mahkemesinin 6/1/2005 tarihli kararıyla iptal edildiği, bu nedenle ziyaa uğratılan vergi üzerinden hesaplanan vergi ziyaı cezasının vergi tutarının bir katını aşan kısmının kaldırılması gerektiği gerekçesiyle kısmen reddedilmiştir. Karar, Danıştay Dördüncü Dairesinin 23/6/2011 tarihli kararıyla onanmış, karar düzeltme istemi aynı Dairenin 25/12/2012 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
- Başvurucu, idare tarafından kesilen vergi ziyaı cezasının hukuki dayanağı olan kanun hükmünün Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi nedeniyle yargılaması devam eden davalar bakımından bir boşluk doğduğunu, yeni düzenlemenin kendisi hakkında uygulanamayacağını iddia etmiş, Derece Mahkemesinin davanın kısmen reddine ilişkin kararının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
- Hukuk devletinde, bireylerin belirli bir zaman diliminde hangi fiillerin suç olarak tanımlandığı ve hangi cezai yaptırımlara bağlandığını bilip öngörebilmeleri, bir başka ifadeyle ceza hukuku kurallarının öngörülebilir ve erişilebilir olması şarttır. Aksi takdirde “Ceza kanunlarım bilmemek mazeret sayılmaz” şeklinde ifade edilen ceza hukuku prensibinin hayata geçirilmesi mümkün olmayacaktır. Zira ceza sorumluluğu, kişinin fiilinin bilincinde olduğu ve özgür iradesiyle suç olan bu fiili işlediği varsayımına dayanır. Bu nedenle, kişinin işlediği fiilden sorumlu tutulabilmesi için, hangi fiillerin suç olduğunun kanunlarda açıkça gösterilmesi gereklidir (AYM, E.1991/18, K.1992/20, K.T. 31/3/1992).
- Anayasa Mahkemesine yapılan itirazın konusu olan (bkz. § 20) ve 213 sayılı Kanun’da düzenlenen vergi ziyaı cezası; vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülük karakteri taşımayan, ancak vergi ziyaı suçu işleyenlere öngörülen bir yaptırımdır (AYM, E.2001/3, K.2005/4, K.T. 6/1/2005). İlgili düzenleme ziyaa uğratılan verginin bir katına eklenecek olan cezanın hesaplanmasında esas alınacak olan gecikme faizi oranının Bakanlar Kurulu tarafından ne zaman belirleneceğinin bilinmemesi ve bu durumun sonuçta öngörülecek ceza miktarında belirsizliğe yol açacak olması nedeniyle, Anayasa›nın 38. maddesinde belirtilen ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirlerinin ancak kanunla konulacağı hükmüne aykırılık teşkil ettiği gerekçesiyle iptal edilmiştir (AYM, E.2001/3, K.2005/4, K.T. 6/1/2005).
- Somut olayda, İlk Derece Mahkemesince verilen kararda Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonrasında yapılan yeni düzenleme (bkz. § 22) dikkate alınarak, ziyaa uğratılan vergi üzerinden hesaplanan vergi ziyaı cezasının vergi aslının bir katını aşan kısmının kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmıştır. Eylemin gerçekleştiği tarihte 213 sayılı Kanun’da vergi ziyamın suç olarak düzenlendiği, Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararının vergi ziyaı suçuna ilişkin düzenleme ile ilgisinin bulunmadığı, vergi ziyaı cezası ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararı sonrasında, 213 sayılı Kanun’da yapılan değişiklikle vergi ziyaı suçunun ve cezasının kanun koyucu tarafından tamamen ortadan kaldırılmadığı, sadece vergi ziyaı cezası hakkında uygulanan gecikme faizine ilişkin (bkz. § 19) kısmın Kanun’dan çıkartıldığı, söz konusu yeni düzenlemenin ise (bkz. § 22) lehe kanun uygulaması sonucu başvurucu hakkında uygulandığı anlaşılmaktadır.
- Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
- Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Derece Mahkemelerinin kararlarında bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
- Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemelerinin kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
- Danıştay Savcılığı Düşüncesinin Tebliğ Edilmediği İddiası
- Başvurucu, Danıştay savcısı düşünce yazısının kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
- AİHM, dosyaya ilişkin bağımsız bir inceleme yaparak görüşünü mahkemeye sunan Danıştay savcısının düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilmemesi nedeniyle çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Bkz. Meral/Türkiye, B. No: 33446/02, 27/11/2007). Bu nedenle savcı düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilerek incelemelerine sunulması ve karşı görüşlerini hazırlama imkânı verilmesi adil yargılanma hakkının bir gereğidir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 33).
- Bu kapsamda kanun koyucu yasal değişikliğe gitmiş ve 2575 sayılı Kanun’un 61. maddesine göre Danıştay savcılarının kendilerine havale olan dosyaları Başsavcı adına inceleyeceği ve düşüncelerini gerekçeli ve yazılı olarak verecekleri düzenlenmiş iken bu maddede 2/7/2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun’un 47. maddesiyle değişiklik yapılmış ve yapılan yeni düzenleme sonrasında Danıştay savcılarına yalnızca ilk ve son derece mahkemesi olarak Danıştay tarafından incelenen davalarda düşünce sunma yükümlülüğü verilmiştir (B. No: 2013/2237,18/9/2014, § 59).
- Bunun yanında 2577 sayılı Kanun’un 16. maddesine 6352 sayılı Kanun’un 54. maddesiyle eklenen (6) numaralı fıkra uyarınca Danıştayda ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülen davalarda savcının esas hakkındaki yazılı düşüncesinin taraflara tebliğ edileceği ve tarafların, tebliğden itibaren on gün içinde görüşlerini yazılı olarak bildirebileceği düzenlenmiştir (B. No: 2013/2237, 18/9/2014, § 60).
- 2577 sayılı Kanun’un 54. maddesinde ise Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Genel Kurullarının temyiz üzerine verdikleri kararlar ile bölge idare mahkemelerinin itiraz üzerine verdikleri kararlara karşı bir defaya mahsus olmak üzere kararın tebliğ tarihini izleyen on beş gün içinde esas kararı vermiş olan daire, kurul veya bölge idare mahkemesinden kararın düzeltilmesinin istenebileceği belirtilmektedir (B. No: 2013/2237, 18/9/2014, § 61).
- Başvuru konusu olayda, temyiz yargılaması sırasında dava dosyasına sunulan Danıştay savcı düşüncesi başvurucuya tebliğ edilmemiştir. Başvurucu bu düşünceyi temyiz başvurusunun reddine ve İlk Derece Mahkemesi kararının onanmasına ilişkin Danıştay Dördüncü Dairesi kararında öğrenmiştir. Bu karara karşı başvurucunun yaptığı karar düzeltme talebi hakkında karar verilmesinden önce 6352 sayılı Kanun’un 54. maddesiyle 2576 sayılı Kanun’un 61. maddesinde değişiklik yapılarak Danıştayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davalar dışında Danıştay savcısının düşünce verme yükümlülüğü ortadan kaldırılmış ve başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında Danıştay savcısı düşünce vermemiştir.
- Bu durumda, başvurucu temyiz talebi hakkında verilen Danıştay savcı düşüncesinden temyiz talebinin reddine ilişkin kararın kendisine tebliği ile haberdar olmuş ve karar düzeltme aşamasında bu düşünceye yönelik görüşlerini hazırlama ve Danıştay Dördüncü Dairesine sunma imkânı bulmuştur.
- Diğer taraftan başvurucu eğer temyiz yargılaması sırasında savcı düşüncesi tebliğ edilmiş olsaydı mahkeme önünde dile getiremediği hangi ilave tezleri ileri süreceğine ilişkin olarak da herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Bu nedenle başvurucunun temyiz yargılaması sırasında savcı düşüncesinin önceden tebliğ edilmemesi sebebiyle yargılamanın sonucunu etkileyecek usuli bir imkândan mahrum bırakıldığı söylenemez. Sonuç olarak somut olayda çelişmeli yargılama hakkının ihlal edilmediği anlaşılmaktadır (B. No: 2013/2237, 18/9/2014, § 64).
- Açıklanan nedenlerle, çelişmeli yargılama hakkına yönelik açık ve görünür bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması ” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
- Duruşma Yapılmaması Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
- Başvurucu, temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde duruşma yapılması talebinin dikkate alınmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
- Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır. ”
- 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir. ”
- Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, “ikincil nitelikte bir kanun yolu” olup bu yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.
- Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır.
- Bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği, başvurucunun, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarını öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu mercilere sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz. (B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 19).
- 2577 sayılı Kanun’un “Duruşma” başlıklı 17. maddesinde, temyiz ve itirazlarda duruşma yapılmasının tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlı olduğu, bunun yanında Danıştay veya bölge idare mahkemesinin kendiliğinden de duruşma yapılmasına karar verebileceği düzenlenmiştir (B. No: 2013/6986, 5/11/2014, §71).
- Belirtilen düzenlemeler çerçevesinde, temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde duruşma yapılması talebinin dikkate alınmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği ileri sürülebilirse de, bu iddianın ileri sürülebilmesi için öncelikle başvurucunun anılan aşamalarda duruşma yapılması talebinde bulunması gerekmektedir.
- Somut olayda başvurucu, Ankara 5. Vergi Mahkemesinin 8/10/2009 tarihli kararına karşı yaptığı temyiz ve karar düzeltme başvurularında duruşma yapılması talebinde bulunmamış, Danıştay Dördüncü Dairesi de dosya üzerinden incelemesini yaparak vergi mahkemesi kararının onanmasına, karar düzeltme isteminin ise reddine karar vermiştir. Dolayısıyla başvurucu, ihlale neden olduğunu ileri sürdüğü iddialara ilişkin olarak olağan başvuru yollarını tüketmemiştir.
- Açıklanan nedenlerle, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasının yetkili Derece Mahkemeleri önünde usulüne uygun olarak ileri sürülmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından, başvurunun duruşma yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin bu kısmının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması’’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
- Danıştayın Yerleşik İçtihadına Aykırı Karar Verilmesi Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
- Başvurucu, hakkında resen geçici vergi tarh edilmesine ve vergi ziyaı cezası kesilmesine neden olan fiilin Derece Mahkemesince örtülü kazanç dağıtımı olarak tespit edilmesinin Danıştayın yerleşik içtihatlarına aykırı olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
- 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (3) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:
“(3) Başvuru dilekçesinde başvurucunun ve varsa temsilcisinin kimlik ve adres bilgilerinin, işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle ihlal edildiği ileri sürülen hak ve özgürlüğün ve dayanılan Anayasa hükümlerinin, ihlal gerekçelerinin, başvuru yollarının tüketilmesine ilişkin aşamaların, başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarih ile varsa uğranılan zararın belirtilmesi gerekir. Başvuru dilekçesine, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğinin ve harcın ödendiğine dair belgenin eklenmesi şarttır.
(6) Başvuru evrakında herhangi bir eksiklik bulunması hâlinde, Mahkeme yazı işleri tarafından eksikliğin giderilmesi için başvurucu veya varsa vekiline onbeş günü geçmemek üzere bir süre verilir ve geçerli bir mazereti olmaksızın bu sürede eksikliğin tamamlanmaması durumunda başvurunun reddine karar verileceği bildirilir. ’’
- 6216 sayılı Kanun’un, “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(I) Bireysel başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı verilebilmesi için 45 ila 47 nci maddelerde öngörülen şartların taşınması gerekir.
(2) Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir”
- Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün bireysel başvuruların içeriğini düzenleyen “Bireysel başvuru formu ve ekleri” başlıklı 59. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
(2) Başvuru formunda aşağıdaki hususlar yer alır:
ç) Kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti.
- d) Bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere ait özlü açıklamalar.
- e) Başvurucunun güncel ve kişisel bir temel hakkının doğrudan zedelendiği iddiasının dayanakları.
(3) Başvuru formuna aşağıdaki belgeler ya da onaylı örnekleri eklenir:
- e) Dayanılan belgelerin asıllarıya da onaylı örnekleri.
(4) Başvurucu ihlal iddiasına dayanak gösterdiği üçüncü fıkradaki belgelere herhangi bir nedenle erişememesi hâlinde bunun gerekçelerini belirtir. Mahkeme gerekli gördüğü takdirde bu bilgi ve belgeleri resen toplar.
- İçtüzüğün “Formun ve eklerinin hazırlanmasına ilişkin ilkeler” başlıklı 60. maddesi şöyledir:
“(1) Başvuru formu, İçtüzüğün 59 uncu maddesine uygun olarak düzenlenir ve aynı maddede belirtilen belgeler ya da onaylı örnekleri başvuru formuna eklenir.
(2) Başvuru formu okunaklı ve başvurunun esasına yönelik özlü bilgileri içerir şekilde hazırlanır. Başvuru formunun ekler hariç on sayfayı geçmesi hâlinde başvurucunun ayrıca başvuru formuna olayların özetini eklemesi gerekir.
(3) Başvurucu, başvuru formunun ekinde sunduğu belgeleri, tarih sırasına göre numaralandırarak her bir belgeyi tanımlayıcı başlıklar hâlinde dizi pusulasına bağlar. ”
- İçtüzüğün “Form ve eklerinin ön incelemesi ve eksiklikler” başlıklı 66. maddesi şöyledir:
“(I)Bireysel Başvuru Bürosu gelen başvuruları şeklî eksiklikler bulunup bulunmadığı yönünden inceler. Başvuru formunda veya eklerinde herhangi bir eksiklik tespit edilmesi hâlinde, bunların tamamlattırılması için başvurucuya, varsa avukatına veya kanuni temsilcisine onbeş günü geçmemek üzere bir süre verilir.
(2)Eksikliklerin tamamlattırılmasına dair yazıda başvurucuya geçerli bir mazereti olmaksızın verilen sürede eksiklikleri tamamlamadığı takdirde başvurusunun reddine karar verileceği bildirilir.
(3) Başvurunun; süresinde yapılmadığı, 59 uncu ve 60 inci maddelerdeki şekil şartlarına uygun olmadığı ve tespit edilen eksikliklerin verilen kesin sürelerde tamamlanmadığı hâllerde Komisyonlar Başraportörü tarafından reddine karar verilir ve başvurucuya tebliğ edilir. Bu karara tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde Komisyona itiraz edilebilir. Bu konuda Komisyonların verdiği kararlar kesindir.”
- 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile İçtüzüğün 59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını ve dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunarak hukuki iddialarını kanıtlamak başvurucuya düşer (B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 19).
- Başvurucunun, kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğini başvuru dilekçesine eklemesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 20).
- Yukarıda belirtilen koşullar yerine getirilmediği takdirde Anayasa Mahkemesi başvuruyu açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez bulabilir. İddiaların dayanaktan yoksun olmadığı konusunda Anayasa Mahkemesinin ikna edilmesi, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların niteliğine bağlıdır. Başvurucunun başlangıçta, başvuru hakkında kabul edilemezlik kararı verilmesini önlemek için başvuru formu ve eklerinde iddialarını destekleyici belgeleri sunması ve gerekli açıklamaları yapması zorunludur (B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 23).
- Başvurucunun, Danıştayın yerleşik içtihatlarına aykırı karar verilmesi nedeniyle ihlale neden olduğunu ileri sürdüğü Ankara 5. Vergi Mahkemesindeki dava dosyasının incelenmesinde, başvurucu hakkında resen geçici vergi tarh edilmesine ve vergi ziyaı cezası kesilmesine neden olan fiilin Derece Mahkemesince örtülü kazanç dağıtımı olarak tespit edilmesinin Danıştayın yerleşik içtihatlarına aykırı olduğu yönündeki iddiasına dayanak teşkil ettiği ileri sürülen Danıştay kararları incelenmiş, ilgili kararların başvurucunun dava dosyasında yer alan olay ve olgular ile uyumlu sayılabilecek bir benzerliği tespit edilememiştir. Öte yandan Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında da belirtildiği gibi, aynı hukuki metne ilişkin olarak, aynı derecedeki bağımsız yargı mercileri arasındaki yorum ve içtihat farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi, temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 45).
- Kaldı ki, hangi fillerin örtülü kazanç dağıtımı anlamına geleceğine ilişkin somut olayın özelliklerine göre yapılan değerlendirme ve yorumlar neticesinde, mahkemeler ve Danıştay nezdindeki tespitlerin değişiklik gösterebileceği anlaşılmış olup, başvuru dosyasına sunulan Danıştay kararlarının incelenmesi sonucunda da bu konuda oluşmuş bir yerleşik içtihat uygulamasına rastlanmamıştır.
- Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurularda başvurucuların başvurularını titizlikle hazırlama ve takip etme yükümlülükleri vardır. Bu yükümlülüğün bir gereği olarak başvurucu, ihlal edildiğini iddia ettiği Anayasa hükmünün nasıl ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlamak zorundadır. Başvurucu tarafından soyut şekilde birtakım Anayasa hükümlerine atıfta bulunulmuş olması iddiaların ispatlandığı anlamına gelmez. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu, Anayasa’ya aykırılığın soyut biçimde ileri sürülmesini sağlayan bir yol olarak düzenlenmemiştir (B. No: 2014/483, 19/11/2014, § 29).
- Başvurucunun, ihlal iddiasının dayanağı olan tüm olayları göstermesi, başvuruyu aydınlatacak ve hükmün esasını etkileyecek argümanları destekleyici tüm belgeleri başvuru dilekçesine eklemesi gerekir. Şayet bir belge elde edilememişse, bunun da nedenleri açıklanmalıdır. Somut başvuruda başvurucu bu koşulları yerine getirmeyerek iddialarını temellendirmediğinden başvurusunun esasının incelenmesi imkânı bulunmamaktadır (B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 26).
- Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının başvurucu tarafından kanıtlanmamış olması nedeniyle, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
- HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
- Başvurucunun,
- Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
- Danıştay Savcılığı görüşünün tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
- Duruşma yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “başvuruyollarının tüketilmemiş olması”,
- Danıştayın yerleşik içtihadına aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”, nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
- Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 25/2/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.