0312 911 83 10
·
av.fatiharas@gmail.com
·
Pzt-Cuma 09:00-18:00
DANIŞMANLIK

Tefecilik Suçu ve Vergilendirilmesi

tefecilik suçu

Tefecilik Suçu Nedir?

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 241. maddesinde düzenlenen tefecilik suçu, “Kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para veren kişi”nin cezalandırılmasını öngörmektedir. Türk Ceza Kanunu’nun yürürlüğe girdiği dönemde, bu suçun yaptırımı iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ve beşyüz günden beşbin güne kadar adli para cezasını içermektedir. Tefecilik suçunun bir örgütün faaliyeti kapsamında işlenmesi durumunda, verilecek cezanın bir kat artırılır.

Bu yazıda tefecilik suçunun tanımı yapılmış ve tefecilik suçunun konusu, maddi ve manevi unsurları ile POS tefeciliği faaliyetlerinin neler olduğuna değinilmiştir. Yazıda ayrıca tefecilik faaliyetlerinin vergilendirilmesi konusu detaylı bir şekilde anlatılmıştır.

Tefecilik Suçunun Konusu

Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen tefecilik suçunun hukuki konusu, ekonomik ilişkilerin düzgün bir biçimde işlemesindeki yararı içermektedir. Kanun koyucusunun, tefecilik suçunu düzenlerken bireye ait menfaatler yerine topluma ait menfaatleri önceliklendirdiği söylenebilir. Bu bağlamda, tefecilik suçu, Türk Ceza Kanunu’nda “Ekonomi, Sanayi ve Ticarete Karşı Suçlar” bölümünde düzenlenmiştir.

Suçun hukuki konusundan hareketle, mağdurun toplum olduğu ifade edilebilir. Ödünç para alan kişi, suçtan dolayı zarar görmesi halinde, bu zararını tazmin etme hakkına sahiptir. Ayrıca, tefecilik suçu nedeniyle zarar gören kişinin, kamu davasına katılma hakkı olduğu kabul edilmelidir. Bu durumda, suçun mağduru olarak kamu davasına müdahil olabilir.

Buna ek olarak, tefecilik suçu sebebiyle zarar görenler arasında Hazine’nin de bulunması durumunda, Hazine’nin de zarar gören olarak kamu davasına katılma hakkı doğacaktır. Bu, suçun ekonomik sistem üzerindeki olumsuz etkilerini önlemek ve toplumun çıkarlarını korumak amacıyla alınan hukuki tedbirlerin bir yansımasıdır.

Tefecilik Suçunun Faili

Tefecilik suçu, çok failli bir suçtır, çünkü suçun oluşabilmesi için parayı ödünç veren ve alan olmak üzere iki tarafın bulunması gerekmektedir. Bu karşılıklı davranış, tefecilik suçunu yapısal olarak “iki yanlı çok failli suç” kategorisine dahil eder. Ancak, tefecilik suçu, hukuksal önem açısından tek failli suç olarak değerlendirilmelidir, çünkü kanun koyucu sadece “kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para veren kişi”yi cezalandırmıştır. Ödünç para alan kişi yönünden ise herhangi bir yasak öngörülmemiştir. Bu durum, madde gerekçesinde benimsenen suç politikası gereği yalnızca ödünç verenin cezalandırılacağı şeklinde ifade edilmektedir.

Ayrıca, kanun koyucu, tefecilik suçunun faili bakımından özel bir nitelik şartı koşmadığından, bu suç “özgü suç” özelliği göstermez. Suçun faili, herhangi bir kişi olabilir, belirli bir özellik veya nitelik aranmaz. Bu da tefecilik suçunu genel bir kapsamda tanımlayan bir hüküm olduğunu gösterir.

Tefecilik Suçunun Unsurları

Tefecilik Suçunun Maddi Unsuru

Tefecilik suçunun maddi konusu, temel olarak para olarak kabul edilir. Günümüzde, para kavramı banknot, madeni para, kaydi para ve elektronik para gibi unsurları içerir. Ancak, kıymetli evrak, altın, gümüş ve benzeri kıymetli madenler veya ekonomik değeri olan diğer varlıkların tefecilik suçunun maddi konusunu oluşturmayacağı kabul edilmelidir. Bu yönde yapılan değerlendirmenin, suçların kanuniliği ilkesini ihlal edebileceği ifade edilebilir.

Türk Ceza Kanunu’nun 198. maddesinde yer alan “Paraya eşit sayılan değerler” ifadesi de tefecilik suçunun maddi konusunu oluşturmaz. Bu değerler, TCK’nın 197. maddesinde düzenlenen sahte para suçunun maddi konusunu oluşturur. Bu nedenle, bu değerlerin tefecilik suçunun maddi konusu olarak kabul edilmesi, kıyas yasağına aykırılık teşkil eder.

Belirtilen unsurların ödünç verilmesi durumunda, tefecilik suçunun hukuki konusunun ihlal edilebileceği ve kanunu dolanmaya yönelik fiillerin gerçekleştirilebileceği ifade edilebilir. Ancak, 241. madde hükmü ödünç para verilmesini açıkça suç olarak tanıdığından, para dışındaki varlıkların ödünç verilmesi tefecilik suçunu oluşturmaz. Bu nedenle, düzenlemenin bu konudaki sınırlılığından bahsedilebilir.

Tefecilik Suçunun Manevi Unsuru

Tefecilik suçu, özel kast ile işlenebilen bir suçtur. Zira kanun koyucu, kazanç elde etmek amacıyla ödünç para vermenin cezalandırılmasını öngörmüştür. Suç özel kastla
işlenebildiğinden olası kastla işlenmesi mümkün değildir. Maddede yer alan anlamıyla kazanç, her türlü ekonomik yarar ve çıkarı kapsayabilir. Elde edilmesi amaçlanan kazanca ilişkin kanunda herhangi bir sınırlamaya yer verilmediğinden kazanç; kıymetli maden, kıymetli evrak veya ekonomik değeri haiz herhangi bir şey olabilir. Bu kapsamda failin, malvarlığının pasifinde meydana gelecek bir azalmayı veya para harcayarak elde edebileceği bir hizmete ücretsiz erişebilmeyi amaçlaması da kazanç elde etme amacı olarak kabul edilmelidir.

Ödünç verilen paranın değerini korumaya yönelik taleplerin, kazanç sağlama amacının göstergesi olarak kabul edilmemesi gerektiği ileri sürülebilir. Örneğin, ödünç verilen paranın ödünç verme tarihindeki döviz kuru üzerinden iade edilmesi için anlaşılması durumunda, kazanç elde etme amacının bulunmadığı ifade edilebilir. Benzer şekilde, ödünç verilen paranın altın karşılığının vade sonunda ödenmesine dair bir anlaşma olduğunda da kazanç elde etme amacının bulunmadığı ifade edilebilir.

Ayrıca, ödünç verilen paranın vade sonuna kadar kaybedeceği düşünülen değer oranında faiz ödenmesi için anlaşılması halinde, ödünç verenin kazanç elde etme amacı taşıdığı iddia edilemez. Bu durumda, fiilin işlendiği dönemde gerçekleşen enflasyon ile enflasyon beklentilerinin, kazanç elde etme amacı bakımından değerlendirilmesi mümkündür.

Tefecilik Suçunda İçtima

Bir suç işleme kararı kapsamında, farklı zamanlarda tek bir kişiye ya da birden fazla kişiye kazanç elde etmek amacıyla ödünç para verilmesi durumunda, Türk Ceza Kanunu’nun 43. maddesinin birinci fıkrasına göre zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. Çünkü tefecilik suçunun mağduru ödünç alan birey değil, toplumun kendisidir. Bu nedenle, ödünç para verme eyleminin birden çok kez gerçekleştirilmesinde, ödünç alan kişinin tek bir birey olması ya da farklı kişiler olması, zincirleme suç hükümlerinin uygulanması açısından bir farklılık yaratmaz.

Türk Ceza Kanunu’nun 43. maddesinin birinci fıkrasında, suçun mağduru belli bir birey olmayan durumlarda da bu fıkranın uygulanması gerektiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda, tefecilik suçunun çeşitli kişilere yönelik olarak tekrarlanması durumunda da aynı hükümler uygulanabilir.

Tefecilik Suçunda Müsadere

Tefecilik suçunun cezası, Türk Ceza Kanunu’nda iki yıldan altı yıla kadar hapis cezasını ve buna ek olarak beş yüz günden beş bin güne kadar adli para cezasını içermektedir. TCK’nın 242. maddesi ise “Ekonomi, Sanayi ve Ticarete Karşı Suçlar” kapsamında haksız menfaat sağlanan tüzel kişiler için özel güvenlik tedbirlerinin uygulanacağını hükme bağlamıştır. Ayrıca, tefecilik suçunun mahkeme tarafından sabit görülmesi durumunda, bir güvenlik tedbiri olan müsaderenin de uygulanması gerekmektedir.

El konulan anaparanın, Türk Ceza Kanunu’nun 55. maddesinin birinci fıkrası uyarınca müsadere edilmesi, elde edilen kazancın ise mümkünse zarar gören konumunda olan ödünç alana ve vergi kaybı tutarınca Hazine’ye iade edilmesi gerekmektedir. Bu yöntem, ödünç verilen paraya el konularak, müsaderenin yeni suçların işlenmesini önleme amacına hizmet etmektedir.

POS Tefeciliği

“POS tefeciliği” olarak adlandırılan fiillerin tefecilik suçunu oluşturacağı uygulamada kabul edilmekle birlikte, bu fiiller Türk Ceza Kanunu’nun 241. maddesindeki kanuni tipe tam olarak uymamaktadır. Ödünç verenin, ödünç alanın kredi kartı borcunu ödemek veya herhangi bir şekilde ödünç alana para vermek suretiyle gerçekleştirdiği bu fiil, tefecilik suçunu oluşturabilecek nitelikte bir para verme eylemi olarak değerlendirilemez. Zira kanun koyucu, sadece para verme eylemini değil, ödünç para verme eylemini suçun fiil unsuru olarak tanımıştır.

POS tefeciliği, nakit temin etmek isteyen kişiye para verilip, bu kişinin kredi kartından belirlenen tutarda bedel tahsil edilmesini içerir. Ancak bu işlem sonucunda nakit elde eden kişi ile nakit sağlayan kişi arasında herhangi bir ödünç ilişkisi kurulmaz. Bu durumda, POS tefeciliği olarak nitelenen fiiller, suçun hukuki konusunu ihlal edebilecek nitelikte olabilir. Ancak, bu fiilleri suç kapsamına sokmak amacıyla suçun maddi unsurunu genişleterek bu fiilleri tefecilik suçuna dahil etmek, kanunilik ilkesine aykırılık teşkil eder.

Bu tür fiillerin cezasız kalmaması için ise, bu fiillerin 5464 sayılı “Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu”nun 36. maddesinde yer alan “Sahte belge düzenlenmesi” suçunu oluşturabileceği ifade edilebilir. Bu, mevcut hukuki çerçevede bu tür eylemlerin yargılanabileceği bir temel sunmaktadır.

Danıştay 9. Dairesinin 09.06.2016 tarihli ve Esas 2016/6511, Karar 2016/5898 sayılı kararında; “Bakılan davada, davacının P.O.S cihazından komisyon karşılığı çekimler yapmak suretiyle faiz geliri elde ettiği ve bu sebeple ikrazatçılık faaliyetinde bulunulduğuna yönelik tereddüte yer vermeyecek şekilde açık bir tespitin bulunmadığı, vergisel yükümlülüklere uyulmadığından bahisle P.O.S cihazı ile gerçekleştirilen bütün çekimlerde faiz geliri elde edildiği varsayımına dayanılamayacağı, maddi olayların ifade ve karşıt inceleme yoluyla somut olarak ortaya konulamadığı anlaşıldığından mahkeme kararının redde ilişkin hüküm fıkrasında hukuka uyarlık görülmemiştir.” şeklinde açıklama yapılmıştır.

vergi hukuku avukatı

Tefecilik Suçunda Vergilendirme

Ödünç para verme faaliyetlerinden elde edilen faiz gelirleri, Gelir Vergisi Kanunu’na göre ticari kazanç olarak vergilendirilmektedir. Gelir Vergisi Kanunu’nun 37. maddesinde ticari kazanç tanımlanarak, hangi kazançların ticari kazanç olarak kabul edileceği belirtilmiştir. Bu madde, her türlü ticari ve sınai faaliyetlerden elde edilen kazancın ticari kazanç sayılacağını ifade etmektedir.

Ayrıca, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda, ticarethane veya ticari şekilde işletilen müesseseleri ilgilendiren işlerin ticari işlerden olduğu belirtilmiştir. Borsa ve kambiyo işleri, sarraflık ve bankacılık işleriyle benzer nitelikteki faaliyetlerin ticarethane sayılacağı da aynı kanunun 12. maddesinde düzenlenmiştir.

Yukarıdaki Kanun Hükmünde Kararname ve Yasa hükümlerine göre, faiz geliri elde etmek amacıyla ödünç para verme işleriyle uğraşan kuruluşlar ticari işletme sayılır ve bu işletmeleri kendi adına işleten kişiler tacir olarak kabul edilerek faiz gelirleri ticari kazanç şeklinde vergilendirilmelidir. İkrazat işlemlerinin açıkça veya gizlice yapılmasının kazancın niteliği açısından bir ayrım getirmediği ifade edilmektedir. Burada dikkate alınması gereken konu, hangi durumlarda ticari işletme ve ticari işlerin söz konusu olduğu veya yapılan işlemlerin ticari işletmelere bağlı olarak yapılıp yapılmadığıdır.

Ticaret Kanunu’nun belirttiği hükümlere göre, bu konuda en belirleyici unsur devamlılık ve tekrardır. Belli bir işin sürekli olarak yapılması durumunda, bu faaliyet ikrazatçılık olarak kabul edilecek ve elde edilen gelir ticari kazanç olarak vergilendirilecektir. Devamlılığın iki unsuru, subjektif unsur olan devamlılık kasıt ve niyeti ile objektif unsur olan faaliyetin bir ticari organizasyon içinde yapılmasıdır.

Faiz gelirinin değerlendirilmesinde temel kriter, ödünç para verme faaliyetinin mutad meslek haline getirilip getirilmediğidir. Ödünç para verme işini mutad meslek haline getirenlerin elde ettikleri kazançlar, ticari kazanç olarak kabul edilir. Ayrıca, 104 Seri No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliği’nin 1. maddesine göre, ödünç para verme işi mutad meslek haline getirilmişse, bu faaliyet ikrazatçılık olarak nitelendirilir ve elde edilen gelir ticari kazanç olarak vergilendirilir. Bir kişinin mutad meslek haline gelmesinin ölçüsü, birden fazla yılda tek bir şahsa veya bir yılda aynı şahsa veya muhtelif şahıslara borç para vermesidir.

Ayrıca, borç verme işlemlerinin açıkça ortaya konulabilmesi için ispat yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu konuda, Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu Kararı’nın aşağıdaki kararı önemli bir referans niteliğindedir.

“İncelemeye esas alınan tutanağın, Emniyet Müdürlüğünde düzenlenmesi nedeniyle, bu tutanağa itibar edilmez. Bu tutanak dışında, mükellefin ikrazatçılık yaptığına ilişkin somut bilgi ve belge olmadığı sürece, ikrazatçılık faaliyeti nedeniyle tarhiyat yapılamaz.” (Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu’nun, E. 2006/49, K. 2006/172 sayılı Kararı.).

Faizin Elde Edildiği Kabul Edilen Dönem

Ödünç para verme işlemlerinden kaynaklanan faiz gelirinin ne zaman elde edildiği konusunda, Danıştay tarafından verilmiş bir dizi kararda ihtilaf bırakmayacak şekilde belirlenen görüş, faizin ikraz işleminin gerçekleştiği anda elde edildiği, diğer bir ifadeyle vergiyi doğuran olayın ikraz işleminin gerçekleştiği an olduğu şeklinde ifade edilmiştir.

Ödünç para verme işlemlerinde faiz geliri, ödünç paranın verildiği anda elde edilmektedir. Pratikte, alacaklı ödünç parayı verdiği anda, borçludan aldığı teminat tutarı faiz ve ana parayı kapsamaktadır. Başka bir deyişle, borçlu vade sonundaki bakiye tutarı kadar borçlandırılmaktadır. Bu durum tüm teminatlar için geçerlidir.

Ticari kazançta gelirin elde edilmesi, tahakkuk esasına bağlanmıştır. Tahakkuk, gelirin mahiyet ve tutar itibariyle kesinleştiği anlamına gelir. Geliri doğuran muamele tamamen gerçekleştiğinde, gelir elde edilmiş sayılır.

vergi davası

Vergilendirmeye Esas Faizin Hesaplanması

Ödünç para veren bir ikrazatçının, ödünç verdiği şahıslardan, verdiği ödünç para karşılığında onlardan senet veya çekleri almasıyla gelir tahakkuk ettiğinden, bu işlemlerden kaynaklanan geliri, söz konusu çekleri tahsil ettiği tarihte değil, bu senet ve çekleri temlik ettiği tarihte, o dönemin kazancına ekleyerek beyan etmesi gerekmektedir.

Danıştay’ın içtihat haline gelmiş kararlarında faiz oranlarının tespitinde borçlunun tabi olduğu şartlar, günün ekonomik koşulları, ilgili mahalin faiz oranları ve kredi piyasasındaki mevcut talebin göz önüne alınması gerektiği belirtilmiştir. ( Danıştay. 7. D.’nin, E. 1968/1331-1581, K. 1968/1897 sayılı Kararı)

Tefecilik Suçunda BSMV

Gelir Vergisi Kanunu’nun 28. maddesinin 3. fıkrasına göre, 2779 sayılı Kanun’a göre ikraz işleriyle uğraşanlar, bu Kanun’un uygulanmasında banker olarak kabul edilir. Bu durumda, gelir vergisi açısından faaliyetleri ticari faaliyet olarak kabul edilen kişiler aynı zamanda banka ve sigorta muameleleri vergisinin de yükümlüsü olacaklardır. Bir banka muamelesi olan ikraz muamelesini yapmaları durumunda, kendi lehlerine her ne adla olursa olsun nakden veya hesaben aldıkları paralar, banka ve sigorta muameleleri vergisine tabi tutulacaktır.

Bu çerçevede, elde edilen faiz gelirinin ticari kazanç olduğu durumda, faiz gelirini elde eden kişi, Gider Vergileri Kanunu’nun 28. maddesi gereğince banker olarak kabul edilir ve elde ettiği faiz geliri Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi’ne tabi olur. Faiz geliri elde edilen tarihte, Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi’nde vergiyi doğuran olay gerçekleşir. Faiz geliri elde eden mükellef, bu gelirini Gider Vergileri Kanunu’nun 47. maddesi uyarınca Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi Beyannamesi ile Vergi Dairesine beyan etmek zorundadır.

Anılan Kanun’un 31. maddesine göre, Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi matrahı, söz konusu Kanun’un 28. maddesinde belirtilen paraların tutarıdır. Ayrıca, 33. maddenin (f) bendine göre, diğer banka ve sigorta muamelelerinde lehe alınan paralar üzerinden %5 oranında vergi alınır.

Sonuç

Tefecilik suçu, Türk Ceza Kanunu’nun 241. maddesinde düzenlenir ve kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para veren kişinin cezalandırılmasını içerir. Tefecilik suçunun konusu ekonomik ilişkilerin düzgün işlemesi ve topluma ait menfaatleri koruma amacını taşır. Suçun maddi unsurları para odaklı olup, faiz geliri Gelir Vergisi Kanunu’na göre ticari kazanç olarak vergilendirilir. Tefecilik kazancı üzerinden ayrıca BSMV hesaplanır.

fatih aras

Diğer Makaleler

Call Now Button